Uzman Klinik Psikolog
Şahin TORGUT
Son günlerde yaşanılan pandeminin insanlara çeşitli yansımaları söz konusu.
Korunmak veya deyim yerindeyse yakalanmamak için evde kalmanın gerekliliği gün geçtikçe önem kazanıyor.
Evden çıkmamanın gerekliliğinin hissedildiği veya eve hapsolma olarak görülen bu günlerde toplum davranışlarının çeşitli yansımalarına şahit oluyoruz.
Bu üstüne çok duyduğumuz evde kaliteli zaman geçirebilmek, kendinle yalnız kalabilme ve vakit geçirme fırsatını değerlendirmeli diye sesli düşünenlerin sayısı oldukça fazla. Burada Kış Uykusundaki Aydın’ın sözlerini duyuyor gibiyim: ’’Valla ben evim, odam, kitaplarım neredeyse kendimi oralı hissederim; başka bir yere de ihtiyaç duymam ya bu insanın kendine bir dünya yaratabilme, kendine oyalayabilme yeteneğine ile ilgili bir şey.’’ diyordu. Aydın’ın bahsettiği dünyayı kendisine yaratan insanlar ve yaratamayan insanlar olarak ikiye mi ayrılıyor? Kendine dünya yaratamayan ve kurallara yeterince uymayanlar aydın gibi düşünmeyenler mi veya sokağa çıkan insanları Aydın gibi olamadıkları için mi sıkılabiliyorlar ? Tutumlar, fikirler, ortak inançlar ve davranışlar flim karakterimizden ve birçok insandan farklı şekilleniyor diyebiliriz.
Özellikle metafizik doğuştan gelen fikirleri savunan psikologlar, psişik yaşamımızın bellek, görüntü, algı ve aynı zamanda duygusal durumlar ve dürtüler gibi düşük işlevlerin daha yüksek entelektüel yaşam ile ilgili olduğunu inanmalarının yanında kolektif bilincin etkisinden de bahsetmişlerdir. Sosyolog Émile Durkheim’ın Kolektif Bilinç tanımına kısaca değinirsek, Kolektif Bilinç’in, bir sosyal grup veya toplum için ortak olan paylaşılan inançların, fikirlerin, tutumların ve bilgi kümesinin ifade eden temel bir sosyolojik kavramlar olduğunu, ayrıca Kolektif Bilinç, aidiyeti ve kimlik duygusunu ve davranışlarımızı bize aktardığını farklı yapıda bireylerin sosyal gruplar ve toplumlar gibi kolektif birimlere nasıl bağlandığını açıklamak için bu konsepti geliştirmiştir. Durkheim’a göre, toplumdaki bireyler hepimizin kendi bireysel bilincimiz olsa da – birbirleri ile dayanışmayı da paylaşırlar.
Peki bizim toplumumuzla nasıl bir ilişkilendirme olduğuna bakalım ve kısa bir örnek verelim. Ara ara yaşanılan kaosun, karışıklığın ve düşünmeden hareket edilişin kolektif bilinç ile ilişkilendirebiliriz.
Toplumumuzun çoğunluğu son zamanlarda alınan kararlara uyduğu, uymayanların ise atalarından gelen aç kalma, kıtlık ve kaos korkusu ile hareket ettiğini kolektif bilinç ile ilişkilendirebiliriz. Unutmamak gerekir ki toplumun rasyonalitesi olsaydı hukuka ve bir toplumsal uzlaşı olarak devlete ihtiyaç duyulmazdı. Bu süreçte yapılması gereken kitle psikolojisinin üzerimizde oluşturduğu paniğe izin vermeyip; hareket sahamızı asgari düzeye indirmek ve alınan tedbirler uymaktır. Çünkü atalarımızdan gelen hayatta kalma iç güdüsünü mantıklı hamleler yaparak kullanmalıyız. Zaman ve mekan olgusunu unutmamak gerekir zaman olarak ne veba salgını zamanı Orta çağdayız ne de uzun bir kış atlatmamız gereken mağaramızdayız.
Sonuç olarak bu günleri geride bıraktığımızda geride korumamız gereken bir psikolojimiz olacak. Bu süreci değerlendirip kendimizi keşfetmeli ve bu salgının bizi içine ittiği karamsarlıktan kendimizi çekip çıkarmalıyız.